Sabah yürüyüşümüzü yaptığımız sırada o işe başlamıştı
çoktan. Geniş bahçeli evin taş duvarının yanına yaşlı 'Renault
station'ını çekmiş bahçede çalışıyordu. Arabanın radyosundan Orhan Gencebay'ın az
duyduğum bir şarkısı geliyordu. O evin bir tiyatrocuya ait olduğu aklımda
kalmıştı.
"Günaydın, kolay gelsin"
İşini bıraktı yanıma geldi.
"Günaydın"
"Bu evin sahibi tiyatrocu mu?"
"Tiyatrocunun evi yandaki. Meral Hanım. İzmir Devlet
Tiyatrosu'ndan."
"Kaç yaşlarında bu hanım?"
"Benim kadar var. Ben 1 Mayıs'ta altmış olacağım. Ama o
gelmez çok."
"Bizim kadarmış. Bu ev senin mi?"
"Yok ben burada çalışıyorum."
"Allah kolaylık versin."
"Sabah Allah'ın adını andın ver elini sıkayım"
İşçi eldivenini çıkardı, Tokalaştık.
Pehlivan gibi cüsseliydi. Sıkı bir adamdı.
"Sen nerede oturuyorsun?" dedi.
"Plaj caddesinde. Veli dondurmacının yanında."
"Bildim. Sen Kafkas mısın?"
"Yok tatarım."
"Kırımdan mı?"
"Evet."
"Bizim atalarımız da Balkanlardan gelmiş."
"Nereden?"
"Bulgaristan Varna'dan."
Fügen girdi söze:
"Ben de Rumeliliyim."
Bunu duyunca ilk tokadan sonra giydiği eldivenini çıkardı, elini
uzattı, yeniden tokalaştık. Hemşehriliği damgaladık. O devam etti.
"Ben burada doğmuşum. Atatürk getirmiş atalarımızı.
Kırk aile kadar varmış. Buraya yerleşmişler. Şimdi beş altı aile kaldı."
"Neden?"
"Ekmek parası..Büyük şehre göçmüşler."
Anlatmak istiyordu.
"Ben taş ustasıyım." Sahildeki taş duvarı
gösterdi.
"O duvarı ilk ben yaptım. Sonradan yeniden yaptılar. Şimdi
bak mantarlanmış gibi oldu. Taş duvarda harç görünmeyecek. Burada bir ben
kaldım. Dün bahçede bir taş duvar yaptım. Zorlanmışım. Her tarafım ağrıyor. İş
yapmayayım diyorum ama gelince de reddedemiyorum. Her işin başı sağlık. Ben bir hafta
dinleneceğim. Son işim belki de bu."
Açıklaması gerekirmiş gibi:
"En çok neye seviniyorum biliyor musun? Hanıma çiftçi
sigortası yaptırdım zamanında. Şimdi emekli oldu. O bin yüz lira alıyor ben de bin
iki yüz lira..Allah bereket versin. Ama kredi borcum var. Ayda sekiz yüz lira
kesiliyor maaşımdan elime dört yüz lira kalıyor. Kızı evlendirirken yirmi bin
lira kredi çektim. Gelin babasıyız parasız olur mu? Çocuklar kendi masraflarını
yaptılar ama."
"Kaç çocuğun var?"
"Üç. İkisi Ali
Ağa'da çalışıyor. Damat burada balık çiftliğinde mühendis."
"Torun var mı?"
"Var iki tane. Oğlan yapmadı daha."
"Bu işten bir ayda dört yüz elli lira aldım. Zorlamadan
yavaş yavaş yaptım. Bende sten takılı. Dizlerimden de menisküs ameliyatı oldum.
Dinlenmem lâzım. Ama ek para destek oluyor."
"Sağlık önemli. Yaşımız da oldu artık. Dinlenmek
lâzım." dedim.
"Sen de elli dokuzlu musun?"
"Yok ben elli ikiliyim."
"Sen çok yaşlıymışsın be.. Senin elini öpmem
lâzım."
"Benim adım Mustafa.. Taşçı Mustafa derler bana. Adını
soy adını unutmamam için bir daha tekrarladı. Bir ben kaldım taşçı buralarda.
Senin adın ne?"
"Melih"
Eldivenini yeniden çıkarttı. Elini uzattı, tokalaştık
yeniden. Tokalaşması güven veriyor.
"Seninle çay kahve içelim Mustafa Usta.. Evin
nerede?"
Sağ koluyla arkalarda bir yeri işaretledi.
"Buraya çok yakın. Bahçe içinde."
Elini yeniden uzattı. Bir daha tokalaştık. Bu da adres
teyidi gibi oldu.
"Hadi sana kolay gelsin."
"Hayırlı günler."
Orhan Gencebay yeni bir şarkıya başlamıştı. Çalan Gencebay
radyo değilse, kasetti. Ah şu bitmeyen Gencebay şarkıları..
Melih Anık
Öykünmeyen öykücü
YanıtlaSilSabahattin Ali ile Sait Faik arasındaki boşluğu kim dolduracak? Bu soruyu hep sorardım. Artık sormayacağım...
Hilmi Bulunmaz