Ben bir zamanlar ‘Abi management’ ile idare edilen BÜYÜK bir
şirkette çalıştım. Herkes bir üstüne ‘Abi’ diye hitap ederdi. En büyük ‘Abi', patrondu. Meselâ patronun hocası olmuş bir profesör bile patrondan
bahsederken ‘… Abi’ derdi.
Bu ‘Abi’ meselesi şirketin içine o kadar yerleşmişti ki iş
birliği yaptığımız bir Japon şirketi, ‘Abi management’ ile idare edilen bu şirkete gönderdiği mektubun zarfı üstüne ‘Mr. Melih Abi Anık’(gerçek ismi
vermedim) yazmıştı.
‘Abi’lik şirket
içinde dayanışmanın çimentosu idi.’ Erkekçe’ bir ‘akrabalık bağı’ yaratılmıştı.
Çalışan kadınlara ‘Abla’ diye hitap edilmiyordu ama
kadınlar da erkeklere ‘abi’ diyordu. Zaman içinde ufak denemeler
yapılmaya başlandı. Kendi pozisyonundan emin olmaya başlayanlar samimiyeti daha
da ilerletti ve patrona bile ‘Ya ….
Abi’ ya da ‘ … Abi yahu’ demeye başladı. Bu, pozisyon
göstergesi oldu.Onlar ‘Abi’nin masasına oturmaya, en iyi şantiyelere atanmaya başlandı. Diyemeyenler diyenleri
kıskanmaya başladı. Patron ‘Ulan…’ diye seslendi mi sevinenler olurdu. ‘Patron bana ulan dedi’ diye(sanki).
Şirket içindeki bu 'aile tablosu' başlangıçta uluslar arası alanda
bir güç gibi algılandı. Uluslar arası güçle ancak bu şekilde mücadele
edilebilirdi. Bu bize özgü bir kuvvetti, Batı beceremezdi. (Sonradan düşündüğümde
bunun sermaye ile ilgili olduğunu anladım.) ‘Abi’nin sözü ile inşaat orduları harekete geçiyor ‘Abi’nin sözü ikiletilmeden
dünyanın en ücra köşelerine gidiyordu. Şirket bir kişilikti. Sadece 'Abi' düşünüyor biz kardeşler yapıyorduk. Binlerce çocuğu olan bir aileydi şirket. Gidenler ‘abi’ye teslim ettikleri ailelerinin
güvenliğinden kuşku duymuyordu.
O sıralarda İran ile savaşın içinde olan Irak’a gitmem
istendi. Yanımda iki Amerikalı mühendis ile İran sınırına yakın, bombalanan bir yere
gidecek, yer görecektik. Amerikalı iki yaşlı mühendisin her türlü sigortası
vardı. Ben o günlerde ‘Abi’den bana hayat sigortası yaptırmasını istedim, geride kalan ailem için tabii ki. “‘Abi’,
sırtımı sıvazladı ve ‘Ailenin arkasında
ben varım, ben şirketteki tüm çalışanlarımın ‘Abi’siyim” dedi. Ben bu sıvazlamayla gidip geldim defalarca, ‘Abi’me güvenerek. O günlerde 'Abi'min benden alındığını düşündüm. Zira istediğim şey ona güvenmediğim gibi algılanıyor olabilirdi. Beni öyle düşündürttü. İnşaat
devam ederken iş kazaları oldu, işçiler
hayatlarını kaybetti. ‘Abi sigortası’ onların aileleri için nasıl çalıştı
bilmiyorum. Ama ‘Abi’ iyi bir insandı, gereğini yapmıştır diye düşünüyorum.
O yıllarda(’80 ler) pek çok yabancı şirketle ortak yapılan
çalışmalarda bulundum. Hiçbiri ‘Abi management’ ile yönetilmiyordu. O şirketlerde
kurallar yazılmıştı. ‘Abi’ istedi diye izin kullanmayan çalışan yoktu meselâ. Ben
ise iş yetişecek diye izin kullanmazdım.
Sanıyorum ‘Abi management’ bizde hâlâ geçerli. Şimdiki ‘Abi’ler ‘mesajla ayar verme’, ‘törpüleme’, ’kulak
çekme’ye kadar vardırdılar bu işi. Kardeşlerine ‘otosansür’ öğretenler de
varmış. Benim zamanımda ‘Abi’ ne derse oydu ama benim ‘Abi’m şirketin
sahibiydi. Paramı o veriyordu yâni. O
ölse, oğluna ‘Abi’ diyecektik hep
birlikte nasılsa. Şirketin ‘kurumsallaşması’
da beni ilgilendirmiyordu. Şirketin önü
parktı. Herkes benim gibi düşündüğü için biz o parkta maraton falan da yapmadık.
Melih Anık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder